Ana Logo


Tencere

Tencereyi damdan atmak, kolay mı sevgilim?
O güzelim tencereyi, içinde kapuska pişirdiğimiz, emaye tencereyi... Hiç düşündün mü ne kadar zor. Tâ dama çıkartacan tencereyi. Ama onu atmak çok zevkli. Onun yere düşmesi hele. Çangır-çungur sesleri arasında gözden kayboluşu. Düşün sevgilim: Hele yencerenin birisinin kafasın düşmesi. Adamın beyninin en ücra köşelerinin yerlerde gezinmesi. Ne kadar romantik. Tencereyi damdan atmak ve çangır-çungur sesleri. En az senin kadar narin ve ince bir sadistlik.
Hele adamın beynini toplamaya gelen o kokoreççiler... Onları bir güzel pişirip yarım ekmeğini beş yüz bin, çeyreğini üç yüz bin liraya satanlar. Zihin açıcı bir şey bu. Beynin, beyinciğin, omurilik soğanının kokorece dönüşüp yenmesi.
Yaa sevgilim bak nerden nereye. Tencereden başladık, kokoreç dükkanında son buluyoruz.


Zürafa

Afrikadan bir zürafa getirtmiştim. Çok şirindi. Bebek olmasına karşın günde yirmi biberon süt içiyordu. Onu evde beslemek zor geliyordu. Çatıya çıkardım, oraya yerleşti. Sabahları sırtına çıkar, kaydırak gibi aşağıya inerdim. Çok zevkli olurdu ama kıçım acırdı. Bi kere üzerindeki benekleri temizlemeye çalıştım, olmadı. Ayşe teyzenin Ace'si bile işe yaramadı. Ben de sinirlendim, aceyi aşağıya attım. Birinin üzerine döküldü. Amaan bana ne? Ben zürafamla mutluydum. Onu her gün gezmeye çıkarırdım. İşeme şekli köpeklerden biraz farklıydı ama idare ediyorduk. Bir kaç kez yağmur başladığını sanan saftrikler oldu. Günün birinde çatıda, zürafama bir uçak çarpayazdı. Bunun üzerina, başına kırmızı bir lamba aldım. Yakışmıştı. Hemde çok yakışmıştı. Ertesi sabah kalktığımda zürafamı yerde yığılı gördüm. Lambanın kablosunu kemirmiş, ve elektrik çarpması sonucu... Üç ihlas bi fâtiha... Üzülmüştüm. Günlerce ağladım. Gömerken bayağı bir zorlanmıştık. Onu hiç unutmayacağım.


Kabus

Kasvetli bir binanın önündeyim. Oldukça büyük bir yapı burası, bir gökdelen gibi ama ayna kaplı çağdaş versiyonlarından diilde, kale duvarı gibi taş ve ürkünç bir yapı. İçeri girdim ve kapı arkamdan kapandı. O karanlık , soğuk ve kan kokan koridorlarda kayboluyorum. Bir süre sonra kulağıma korkunç çığlıklar geliyor. Seslerin kaynağına doğru yürürorum. Ve bir köşeyi dündüğüm anda parçalanmış, can çekişen, kendilerini yiyen fareleri (kedi büyüklüğünde fareleri) kovamayacak kadar kötü durumda insanlar görüyorum. Beni görür görmez yalvarmaya, onları kurtarmam için yalvarmaya başlıyorlar. Birden ayağımda bir el hissediyorum, biri beni yakaladı ve bırakmıyor. Geri dönüp tazı gibi koşarak kaçıyorum. O zavallıların sesleri hala kulaklarımda yankılanıyor. Bir kapı görüyorum, açıp içeri dalıyorum. Kapıyı hızla kapatıp duvara yaslanıyorum, ve başımın elektrik düğmesine gelmesiyle birlikte etraf aydınlanıyor. Aynı anda odanın içinden homurtular gelmeye başlıyor. Başımı o tarafa çeviriyorum. Gördüğüm şey, iki canlı, yapıları insana benziyor ama etleri çürümüş, bazı yerlerde kemikleri çıkmış. Ve yüzlerce ölü... Ve canlı (aslında canlı olduklarıda şüpheli) mahlukatlar ölüleri afiyetle yiyorlar. Bu manzara karşısında reflekslerime hakim olamayarak bir çığlık atıyorum, ve beni farketmelerine sebep oluyorum. Beni bir-iki saniye süzdükten sonra üzerime doğru yürümeye başlıyorlar. Kaçmaya çalışırken yere, cesetlerin üzerine düşüyorum ve milyonlarca kurtçuk çevremi sarıyor. Giysilerimin içine girmeleri fazla uzun sürmüyor ve derimi ısırmaya başlıyorlar. Ve gerçekten çok acıtıyorlar. Kısa bir süre içinde heryerim kanıyor, ve kıyafetlerim kırmızının tonlarında güzel renklere bürünüyor. Neyseki kendimi toparlıyorum ve odadan dışarı atıyorum kendimi. Kapıyı kapatır kapatmazda çırılçıplak soyunup üzerimdeki kurtları temizliyorum. Birhayli vaktimi ve enerjimi çalan bu işlemden sonra kendime bir bakıyorum. Gördüğüm tek şey kan, parlak kırmızı kan heryerimi kaplamış. Midem yerinde bir karar veriyor ve kusuyorum. Bilinçsizce, etrafa çarpa çarpa koşmaya başlıyorum. Karşıma bir adam çıkıyor, uzun boylu ve oldukça iri yapılı bir adam. Beyaz bir önlük giymiş, ama bu önlükte kan içinde. Ama asıl dikkatimi çeken elindeki acayip alet. Beyin amelyatlarında kafatasını kesmek için kullanılan elektrikli kesicilerin biraz büyüğü. Geri adım attığım anda üzerime atlıyor. Boğuşurken alet çalışıyor ve adamın boğazını tek bir hamlede kesiveriyor. Adam ölmeden hemen önce omzumu öyle bir kuvvetli ısırıyor ki dişlerinin kemiklerime vurmasıyla oluşan tak sesini duyuyorum. Adamın gövdesi yerde çırpınıyor, ve kafası omuzumda takılı kalıyor. Çekmeye, çıkarmaya çalışıyorum ama fayda yok, öyle bir kasılmış ki kasları... Bu yeni kıyafetimle gene bilinçsiz olarak koşarken gülmeye başlıyorum. Bir süre sonra kahkahalar atmaya başlıyorum ve dolayısıyla dengemi kaybedip düşüyorum. Kahkahalarla, dizlerime vura vura gülüyorum ve sonunda kendimden geçiyorum. Bir süre sonra sakinleşiyorum ve ayağa kalkmak için bir yere tutunuyorum. Bir kutuyu düşürüyorum ve içinden çıkan binlerce böcekler bir anda heryerimi sarıyor. Isırıklarıyla tekrar kendimden geçiyorum. Uyandığımda gayet temiz, iyi aydınlatılmış ve kan kokmayan bir yerde buluyorum kendimi. Tam kabus bitti derken omzumdaki kelleyi farkediyorum. Kabus daha bitmemiş!!!